Osman DOST


“‘Açım’ Demeye Utanan Bir Ülkeden, Açlığını Haykıran Bir Topluma…”

“‘Açım’ Demeye Utanan Bir Ülkeden, Açlığını Haykıran Bir Topluma…”


 

Türkiye’de ekonomik şartlar her geçen gün biraz daha ağırlaşıyor. Bir zamanlar insanlar yoksulluklarını dillendirmeye çekinirdi; “Açım” demek bir tür mahcubiyet, bir utanma vesilesiydi. Yoksulluğu gizlemek, ayıp sayılmasa bile ayıp gibi hissedilirdi. Bugün ise tablo tamamen değişmiş durumda. Semt pazarlarında, otobüs duraklarında, toplu taşımalarda insanlar artık seslerini yükselterek açıkça haykırıyor: “Açım, açız!”

 

Son yıllarda gelir seviyesinin hızla düşmesi ve hayat pahalılığının kontrol edilemez biçimde artması, toplumun geniş kesimlerini derin bir geçim sıkıntısına sürükledi. Vatandaşların kendi hesaplarına göre gelirler son birkaç yılda yaklaşık %30 oranında eridi. Resmî enflasyon verileri %30–40 bandında açıklansa da çarşı pazarda hissedilen gerçek enflasyonun %70–80’lere dayandığı düşünülüyor. Bu uçurum, günlük yaşamda en temel ürünlere ulaşmayı bile zorlaştırıyor.

 

Bugün ortalama bir emekli maaşı 16.000–17.000 TL civarında. Asgari ücret ise 22.000–23.000 TL seviyelerinde. Bu rakamlarla geçinmeye çalışan milyonlarca insan, barınma ve beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanıyor. Özellikle kira ödeyen ve çocuk okutan ailelerde her ay sonu derin bir kriz anlamına geliyor. Ev ekonomisi artık kalem kalem hesaplanan bir matematik problemi hâline dönüşmüş durumda.

 

Semt pazarlarının hâli ise yaşanan ekonomik dar boğazı en çıplak biçimde ortaya koyuyor. İnsanlar eskiden imkânlarını gizlemeye çalışırdı; şimdi ise çaresizliklerini saklamaya güçleri kalmadı. Yan tezgâhta fiyatı görünce başını iki yana sallayıp iç çeken emekçiler, torununa harçlık veremediği için gözleri dolan yaşlılar,meyve isteyen çocuklarına “Bu hafta alamayız” demek zorunda kalan anneler ve babalar…

 

Birçok meyve artık lüks hâline geldi; sadece bir meyve değil, muz, şeftali, ayva, hatta limon bile yüksek fiyatları nedeniyle tane ile alınır oldu. Yıllar önce Avrupa ülkelerinde meyvelerin tane ile satılmasını garipserdik. Bugün aynı tabloyu kendi pazarlarımızda yaşıyoruz.

 

Pazar tezgâhlarının önünde bekleyen 75–80 yaşındaki insanların sözleri ise adeta birer çığlık gibi yankılanıyor:

“Ömrümüzde böyle dengesiz bir hayat yaşamadık. Açız, aç.”

 

Bu sözler yalnızca bireysel şikâyetler değil; toplumun içine sürüklendiği ekonomik darboğazın en yalın ifadesi. Sessizliğin yerini feryatlar almış durumda. Bir zamanlar utangaç bir fısıltı olan yoksulluk, bugün yüksek sesle dile getirilen bir gerçeğe dönüşmüş halde.

 

Gelinen noktada milyonlarca insanın ortak derdi aynı: Yaşamak giderek daha pahalı, geçinmek ise her geçen gün daha zor. Ekonomik zorlukların bu kadar görünür hâle gelmesi, sadece rakamlara değil, toplumsal psikolojiye de ağır bir yük bindiriyor. Çünkü insanlar artık yalnızca geçinemiyor değil; aynı zamanda bu duruma tanıklık etmekten de derin bir yorgunluk hissediyor.

 

Bir toplumun “açız” diye haykırdığı yerde, duyulması gereken ses bellidir. O ses, yalnızca ekonomik göstergeler değil; daha insani, daha duyarlı ve daha sürdürülebilir çözümler talep eden bir çağrıdır. Bu çağrının duyulması, görmezden gelinmemesi gerekiyor. Çünkü bugün söylenen her “Açım” sözü, aynı zamanda geleceğe dair kaygıların, umutsuzlukların ve bir çıkış yolu arayışının da ifadesi.