Osman DOST


Büyükelçinin Sözleri ve ABD’nin Değişmeyen Orta Doğu Politikası

Büyükelçinin Sözleri ve ABD’nin Değişmeyen Orta Doğu Politikası


 

Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Doğu politikaları, her ne kadar zaman zaman diplomatik söylemlerle yumuşatılmaya çalışılsa da, bölge halklarının hafızasında ve yaşanmışlıklarında bu politikaların asıl yüzü net bir şekilde yer almaktadır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu coğrafya, uzun süredir dış müdahalelere açık tutulmuş, kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı yöntemlerle şekillendirilmeye çalışılmıştır.

 

Son günlerde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Barrack’ın bazı açıklamaları, kamuoyunda haklı tepkilere neden olmuştur. Büyükelçi'nin Türkiye’ye dair “İslami sistem uygundur” şeklindeki beyanı, yalnızca diplomatik teamüllere değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine de açıkça aykırıdır.

 

Öncelikle şunu hatırlatmak gerekir: Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te ilan edilen bir cumhuriyet olarak, laik ve demokratik bir sistem üzerine kurulmuştur. 86 milyon vatandaşın yaşadığı bu ülke, anayasa ile güvence altına alınmış bir parlamenter demokrasi geçmişine sahiptir ve bugün de anayasal düzen içinde yönetilmektedir. Her bireyin kendi düşüncesini ifade etme hakkı olmakla birlikte, herhangi bir dış temsilcinin – hele ki bir büyükelçinin – Türkiye’nin iç siyasetini ilgilendiren konularda kanaat belirtmesi, diplomatik sınırları aşan bir davranıştır.

 

Dışişleri Bakanlığı'nın bu tür beyanlara kayıtsız kalmaması, milli egemenlik ilkesinin bir gereğidir. Sayın Büyükelçi’nin ya sözlerini düzeltmesi istenmeli ya da diplomatik teamüller çerçevesinde “istenmeyen adam” (persona non grata) ilan edilmesi değerlendirilmelidir. Diplomatik ilişkiler, karşılıklı saygı ve eşitlik ilkelerine dayanır; hiçbir devletin büyükelçisi, ev sahibi ülkenin rejimi hakkında ahkâm kesemez.

 

ABD’nin uzun yıllardır izlediği Orta Doğu politikalarına baktığımızda, temel hedeflerinden birinin Müslüman ülkelerin demokratikleşmesini engellemek olduğu görülmektedir. Bu politikaların altında yatan düşünce ise, bu ülkelerin tek adam rejimleriyle yönetilmesinin, dış güçler açısından daha “yönetilebilir” olduğu inancıdır. Çünkü karar mekanizmasının tek bir kişiye indirgenmesi, o kişiyi ikna etmenin veya yönlendirmenin daha kolay olacağı düşüncesine dayanmaktadır.

 

Ne yazık ki bu anlayış, bölge ülkelerinde yaşanan istikrarsızlıkların ve çatışmaların da temel nedenlerinden biri olmuştur. Demokrasi, laiklik, hukuk devleti ve halk iradesi gibi kavramlar, bu coğrafyada bazı odaklar tarafından bilinçli olarak zayıflatılmak istenmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti halkı bu değerleri sadece kâğıt üzerinde değil, tarih boyunca verilen büyük mücadelelerle kazanmıştır.

 

ABD ve İsrail gibi bazı ülkelerin Orta Doğu’daki hâkimiyet arayışları, bölge halklarının direnciyle her zaman karşılaşmıştır ve karşılaşmaya da devam edecektir. Türkiye, kendi kaderini tayin etme gücüne sahip, bağımsız ve güçlü bir devlettir. Bu ülkenin geleceğini belirleyecek olan da sadece bu milletin kendisidir.

 

Kimse boş hayallere kapılmamalı. Bu topraklarda birliğe, beraberliğe ve bağımsızlığa olan inanç, geçici rüzgârlarla yıkılamaz. Türkiye, geçmişte olduğu gibi bugün de kendi yolunu kendisi çizecek güçtedir.