Türkiye son yıllarda büyük bir yıkım sürecinden geçiyor. Bu yıkım ne sadece bir ekonomik krizle açıklanabilir ne de yalnızca siyasal otoriterleşmeyle. Karşımızda, toplumsal dokunun tamamını sarsan bir çürüme hali var. Devletin kurumları çözülürken toplumun değerleri de aşınıyor.
CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, demokrasinin artık sadece kâğıt üzerinde kaldığını bir kez daha gösterdi. Halkın iradesine yapılan bu müdahale, sadece muhalefeti değil, aslında hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü oy verme hakkı, yurttaş olmanın temel göstergesidir. O hak ortadan kaldırıldığında geriye sadece bir vesayet düzeni kalır.
Bugün yaşadığımız da bu. “Vesayet düzeni” diyerek gelenler kendi vesayet düzenlerini kuruyorlar. Biz böyle söyleyince de “Siyasi hegemonyanız bitti kültürel hegemonyanız da bitecek” cevabını veriyorlar. Birbirimizin üzerine hegemonya kuracağımıza hukuk düzeni içerisinde yaşayalım diyoruz anlatamıyoruz.
Bu vesayet düzeninin toplumsal sonuçları ise çok daha vahim. İstanbul’da bir cumhuriyet savcısının boğazı kesilerek öldürülmesi, devletin güvenliği sağlayamamasının en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Bir ülkenin savcısı böyle katledilebiliyorsa, sıradan yurttaşın güvenliği üzerine konuşmak bile anlamsız hale gelir. Dahası, çeteleşmenin arttığı, her gün sokaklarda parayla işlenen infaz görüntülerinin dolaştığı bir ülkede kim kendini güvende hissedebilir?
Kimse de hissetmiyor zaten. Her gün onlarca trafik kavgası, sokak kavgası, laf atma kavgası görüyoruz. Hepsi sudan sebeplerden çıkıyor ama hep bir sinir krizi halinde yaşıyoruz. Patlayacak yer arıyoruz. Yeri geliyor eşimize çocuğumuza bile kötü davranıyoruz.
Keşke deme, Qashqai de!
Keşke deme, Qashqai de! Şimdi 1.899.000 TL’den başlayan fiyatlarla.
Nissan TR
Neden?
Cezaevleri bu çürümenin başka bir aynası... Haberlere göre 1 Eylül 2025 itibarıyla cezaevlerinde 419 bini aşkın insan bulunuyor. Bu rakam Cumhuriyet tarihinin rekoru. Bir yandan suç oranı yükseliyor, öte yandan cezaevleri dolup taşıyor. Ama ne suç azalıyor ne de adalet duygusu güçleniyor. Çünkü sorun bireylerden çok, sistemin kendisinde yatıyor.
Bunca şeyin nedenini Karl Marx’ın altyapı-üstyapı teorisiyle yanıtlayalım. Ekonomik tablo bu çöküşün temelinde yatıyor.
Sosyokültürel etkiler ise çökmüş ekonominin ardından geliyor. Ekonomi bozuldukça ahlaki ve kültürel çürümeyi daha net görebiliyoruz.
Türkiye bugün yasadışı bahis ve kripto para cenneti haline gelmiş durumda. Karapara ekonomisi büyüdükçe, alın teriyle çalışan milyonların payına işsizlik, yoksulluk ve borçluluk düşüyor. Tarımdan sanayiye, üretimin her alanında kriz derinleşirken ülke ekonomisinin gerçek patronları artık mafya düzeniyle hareket eden kayıt dışı sermaye grupları oluyor.
Gelir dağılımındaki uçurum ise hiç olmadığı kadar büyüyor. TÜİK rakamlarına bakıldığında bile tablo ürkütücü: Milyonerlerin sayısı hızla artıyor, servetleri katlanıyor. Yoksul insanlarımız da sanıyor ki milyonerler artınca ülke gelişiyor. Halbuki çalınan emeğinin haberini okuyor farkında değil.
Bakın 1 milyon lira ve üzeri mevduata sahip kişi sayısı sadece bir yılda 775 bin artarak 2 milyon 367 bine çıktı.
Bu sırada milyonlarca insan ete, süte, ekmeğe gelen zamlarla yaşam savaşı veriyor. Üstelik şap hastalığı nedeniyle et ve süt üretiminde yaşanan yüzde 40- 70 oranındaki kayıplar, önümüzdeki günlerde temel gıda fiyatlarının daha da artacağını gösteriyor.
Yani, Türkiye’de zenginler daha da zenginleşirken, yoksulların hem sayısı artıyor hem de yoksulluk derinleşiyor.
Aslında bütün bu tablo tek bir gerçeğe işaret ediyor: Türkiye sadece ekonomik olarak değil, ahlaki ve toplumsal olarak da büyük bir çöküş yaşıyor. Hukukun üstünlüğü ortadan kalktığında, siyasetin tek belirleyicisi güç olduğunda, adaletin yerini şiddet aldığında, çürüme kaçınılmaz hale geliyor.
Bu yüzden mesele yalnızca ekonomik büyüme rakamları, enflasyon oranları ya da döviz kurlarıyla sınırlı değil. Mesele, toplumun hangi değerler üzerinde ayakta duracağı meselesidir. Adalet, eşitlik ve hukuk yoksa o toplumun ne ekonomisi sürdürülebilir ne de siyasal düzeni.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı günü kurtaracak geçici çözümler değil; hukuku yeniden tesis edecek, adaleti sağlayacak, emeği koruyacak köklü bir dönüşümdür. Anayasal değişimden bahsetmiyorum. Zihniyet devriminden bahsediyorum. Hukukun arkasından dolanmayıp hakkı emeği en yüce değer olarak belirlemeyi savunuyorum. Birbirimizin üzerine basarak yükselemeyeceğimizden bahsediyorum.
Eğer bu dönüşüm yapılmazsa, çürümenin bedelini hep birlikte çok daha ağır ödeyeceğiz. Belki bugün farkında değiliz ama çürüme, yalnızca bugünü değil, geleceğimizi de zehirliyor.