Giderek daha çok dile getirilen bir gerçek var: Değer yargılarımızdan uzaklaşmış durumdayız. Bir toplumun çöküşü sadece ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda ahlaki ve sosyal değerlerdeki erozyonla da ölçülür. Ne yazık ki ülkemizde bu ikisi aynı anda yaşanıyor.
Evet, büyük bir ekonomik kriz içerisindeyiz. Bu krizin getirdiği en ciddi sonuçlardan biri de işsizlik. Her geçen gün daha fazla insan işsiz kalıyor, geçim sıkıntısı çekiyor. Ancak yalnızca ekonomik göstergelerle sınırlı olmayan başka ciddi sorunlarımız da var: Haksızlıklar, hukuksuzluklar ve toplumun adalet duygusuna duyduğu güvensizlik.
Bu sorunların varlığı inkâr edilemez. Ancak unutulmamalıdır ki, demokrasilerde sorunların çözümü mümkündür. Demokratik sistemin temel gücü, halkın iradesine ve hukuk kurallarına dayanmasıdır. Mecliste, hukukçulardan oluşan bir komisyon kurularak yanlış giden uygulamalar düzeltilebilir. Eğer sorun daha da derinleşirse, çare halktır. Seçime gidilir, millet ne istiyorsa o yönde adımlar atılır. Halkın iradesiyle şekillenen bir sistemde, çözümsüzlük diye bir kavram olmamalıdır.
Ancak ne yazık ki bir başka ve çok daha zor bir sorunla da karşı karşıyayız: Emek vermeden kazanç sağlama alışkanlığı. Bu davranış biçimi giderek yaygınlaşıyor. Kimileri çalışmadan geçinmeyi, birilerini kandırarak ya da dolandırarak yaşamını sürdürmeyi alışkanlık haline getirmiş durumda. Bazıları iş bulduğunda, deneyimi ve bilgisiyle bağdaşmayan taleplerde bulunuyor. Normalin üç-dört katı ücret isteyen, işverenin "Bu kadar da olmaz!" diyerek geri çevirdiği kişiler çoğalıyor.
Peki ya işveren, çaresiz kalıp bu kişilere iş verirse ne olur? O zaman da ortaya başka bir sorun çıkıyor: Üretilen ürün ya da hizmetin maliyeti artıyor. Maliyet artınca, ürünün fiyatı yükseliyor. Fiyat artışı, rekabeti zorlaştırıyor. Sonuç? Pazar kaybediliyor. Satılamayan ürün, firmayı zarara uğratıyor ve belki de kapanmasına neden oluyor.
Bu kısır döngü böyle sürüp giderken, toplumda "çalışmadan kazanma" düşüncesi giderek normalleşiyor. İşin kötüsü, bu düşünce özellikle genç kuşaklar arasında yayılıyor. Çalışmanın, üretmenin ve alın terinin değersizleştiği bir toplum yapısı, geleceğini kaybetmiş bir toplumdur.
O halde ne yapmalıyız?
Öncelikle değer yargılarımızı yeniden hatırlamalı ve toplumsal vicdanı yeniden inşa etmeliyiz. Eğitim sistemimizi sadece akademik başarı üzerine değil, ahlaki gelişim üzerine de kurmalıyız. Adalet duygusu zedelenmiş bireyler değil, adil, üretken ve sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmeliyiz. Herkesin hukuka güven duyduğu, emeğin karşılık bulduğu bir sistem inşa edebilirsek; ne kriz bizi korkutur, ne de bozulmuş ahlaki yapılar.
Unutmayalım: Sorunlarımız var, evet. Ama çözümlerimiz de var. Yeter ki samimiyetle, iyi niyetle ve yapıcı bir şekilde el ele verelim.