Mustafa BALBAY


Hapiste bayram!

Hapiste bayram!


 

 

Milyonlarca insanın hapiste olduğu bir bayramı geçiriyoruz! İlle de bedenlerin hapiste olması gerekmez, haksız hukuksuz demir parmaklıkların arkasına konan yüzlerce kişiyle birlikte milyonlar onların yanında.

 

Hapiste “güzel günler hüznü” bir başka yaşanır. Bayram, onların başında gelir. Çünkü tek gün değildir. Doğum günleri, sevdiğinizle ikinizi bağlayan özel günler, evlatlarınızın karne günü, burnunuzun direğinde, yüreğinizin derinliklerinde, gözlerinizin barajlarında yaşanır.

 

Bayramın en ağrı günü birinci gündür. Geçmez. En güzel günü son gündür! İşte bir bayram daha bitiyor!

 

Bugün yapılabilecek en anlamlı şey, haksız hukuksuz, toplama kampına götürülür gibi hapse atılanlarla dayanışmayı güçlendirmektir. Onlara yalnız olmadıklarını hissettirmektir.

 

Hapiste bayram, “Yalnız değilim” diyebilmektir.

 

Neşet Ertaş diyor ya: “Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez.” Milyonların hapistekilerle kalpten kalbe kurduğu yolu kesebilecek bir güç icat edilmemiştir!

 

***

 

Yazı aramızda dün ODTÜ ormanının kıyısında hapistekilerle yürüdük! Doğa ne kadar öğretici, nasıl da bitip tükenmek bilmez bir enerji!

 

Nisanda hani Anadolu’nun dört bir yanına don vurmuştu ya... Memleketin huzuruna don vurması gibi! O donda yanan tomurcuklar meyveye durmadan kuru bir çöpe döndü. Bu tür büyük zarar veren acı olayların etkisi hemen hissedilemeyebiliyor. Mayıs, haziranda bu daha net anlaşıldı. Geçen yıllarda üzüm salkımı gibi dalları kırarcasına elma dolu ağaçlar rüzgârda teneke gibi sallanıyordu.

 

Erik ağaçları da öyle. Gür yaprakları arasında bir tek kırmızı erik yok. Ankara Sakarya ile Kızılırmak’ın sınırının içinden geçtiği tek il olduğu için topraklar bereketlidir. Bu mevsim altın sarısı kayısıların görücüye çıktığı ağaçlar hüzün yüklü. Hep birlikte, “Doğada her şey kupkuru” demeye hazırlanıyorduk ki burnumuza yerçekimini ortadan kaldıran bir iğde kokusu geldi. Ama nasıl koku! Ağaca sokulduk. Sadece biz mi mest olan, bir baktık kendi halinde meyveye durmaya hazırlanan iğde ağacının yeşil beyazı yaprakları arasında kocaman böcek bahçeleri var! Bambaşka bir evren.

 

Başımızı kaldırıp etrafa bakınırken az ötede ıhlamur yapraklarının iç ortasından çiçekleri filizleniyor. Bir görseniz, dünyaya gözlerini yeni açmış kedi yavruları gibi. En çok bir hafta sonra ne güzel kokacaklar.

 

 

 

Son haftalardaki ikindi yağmurları kır çiçeklerine de yaradı. Ömürleri uzadı. Aralarında yürürken bir kelebek bütün ağırlığıyla bizi durdurdu. Kanatlarına baktır tonlarca renk! Maviden yeşile... Sahi bir kelebek ortalama kaç tondur?

 

***

 

Pablo Neruda diyor ya:

 

“Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz!”

 

Hayat da böyle değil mi?

 

Sizin gibi düşünmeyen herkesi hapse atabilirsiniz ama farklı düşüncelerin doğmasını engelleyemezsiniz.

 

Orman kıyısında birlikte yürüdüğümüz Silivri mahpuslarının da çok ama çok büyük bir bahçesi var; gökyüzü bahçesi!

 

Bulut tarlalarından dökülen güneşle ruhlarını yıkıyorlar.

 

O bulutlar ki günün her saati ışık fırçasıyla akla hayale gelmez resimler yaparlar. Yaşamasını bilen hapis dahil her yerde yaşar.

 

Nâzım diyor ya, “Esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele”!

 

Bedenleri esir alsanız bile hedefleri tutuklayamazsınız, umutların gözüne şiş sokamazsınız!

 

Dikenli tellere çarpıp batan güneş onların yaşam sevincini aydınlatır!

 

Onlar diken içindeler.

 

Ama gül gibiler!