Türk toplumunun hafızasında ve tarihinde Kızılay, kişilerden bağımsız olarak çok önemli bir yer tutar. Her afet durumunda gözler ilk olarak Kızılay’ı arar. Kahramanmaraş merkezli, 11 ili yıkan depremde de ilk bakılan yer orasıydı.
Ama Türkiye’nin her güzide kurumu gibi liyakatsizlik ve piyasa hırsıyla onun da içi boşaltıldı.
Deprem günlerinde sadece felaket büyük değildi. Hava şartları da en az yıkım kadar acımasızdı. Felaketten bir gün sonra Kahramanmaraş ve Antakya’daydım. Zemheri soğuğu vardı, yağmur vardı. Depremzedeler yıkılan evlerinin başında bir umut yakınlarını bekliyor, evi yıkılanların ise gidebileceği hiçbir yer yoktu. Günler böyle geçti.
Ve gözler, alışık olduğumuz o beyaz, üzerinde kırmızı hilal olan çadırları aradı.
Ama yoktu. Bir günde çadır gelebilir miydi, gelebilirdi.
İşte tam da bu yokluğun nedeninin peşine düşmüştüm. Ve Kızılay’ın çadırları Ahbap Derneği’ne sattığını öğrendim.
İnanmak istemedim.
Ama aldığım bilgiler ve ulaştığım belgeler bunun doğru olduğunu gösteriyordu.
Haberi yazdım. Türkiye’nin gündemi altüst oldu.
Her zaman olduğu gibi önce beni linç ettiler. Yalanladılar. “İftira” dediler.
Ein hochwertiges Hörgerät – für unter 130 €
Hörgerät-Magazin
Sonra dönemin Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık çıktı ve haberimi doğruladı.
Ama bir parantez açarak...
“Kızılay çadır satmadı, Kızılay’ın iştiraki sattı” dedi.
Malum medya ise saatlerce, utanmadan bu skandalı aklamaya çalıştı.
Gerçek şuydu: Kızılay, depremin üçüncü günü, Ahbap Derneği’ne 46 milyon TL tutarında çadır satışı gerçekleştirmişti. Sadece Ahbap’a değil; Türk Eczacıları Birliği’ne ve çeşitli şirketlere de çadır satılmıştı.
Ayrıca iddiaya göre Kızılay, elindeki stokları ve gönderilecek yardımları cemaat, tarikat, vakıf ve derneklere yönlendirmişti.
Hâlâ düşündükçe sinirlerim zıplıyor. “Nasıl olur?” diyorum. Enkazlardan yardım çığlıkları yükseliyorken nasıl olur da bir masanın başına oturup çadır pazarlığı yaparsınız.
İşte bu tablo üzerine; Türkiye Barolar Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği, TKP, HKP ve yurttaşlardan oluşan toplam 22 kişi, Kızılay eski başkanı Kerem Kınık başta olmak üzere Kızılay yöneticileri dâhil 18 kişi hakkında görevi kötüye kullanma ve ihmal suretiyle ölüme sebebiyet verme iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Savcılık, tüm şikâyetleri birleştirdi ve bir soruşturma başlattı. Tam da bu soruşturmada bilirkişi raporu dosyaya girdi.
Bilirkişi raporunda yer alan şikâyetçi beyanlarından biri aynen şöyle:
“Depremden 21 gün geçmiş olmasına rağmen depremzede yurttaşlar hâlâ çadır bulmakta zorlanıyordu.Yardım talepleri sosyal medya ve haber kanallarında yoğun biçimde yer alıyordu.
Yerel yöneticiler dahi çadır temininde ciddi sıkıntılar yaşandığını kamuoyuna açıklıyordu. Bu süreçte, özellikle gazeteci Murat Ağırel’in haberleri ve Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık’ın kendi beyanları doğrultusunda; depremin üçüncü gününde Kızılay tarafından Ahbap Derneği’ne 2 bin 50 adet çadırın 46 milyon TL bedelle satıldığı, bu durumun bizzat Kerem Kınık tarafından doğrulandığı belirtilmiştir.
İnsanlar çadır beklerken böyle bir satış işleminin yapılması kabul edilemezdir.”
Raporda ayrıca, gazeteci İsmail Arı’nın Trakya deposundaki çadırlara ilişkin görüntüleri de hatırlatılıyor.
Çadırların deprem bölgesine sevk edilmeyip depolarda tutulduğu iddialarına dikkat çekiliyor.
Şikâyetçiler açıkça şunu söylüyor:
Kızılay, afet anında ücretsiz ve karşılıksız yardım yapmak zorunda. Ama 21 gün boyunca barınma sorunu sürerken çadırlar satıldı.
Bu, tüzüğe açıkça aykırı.
Kızılay savunma yapmış:
“Kızılay Derneği ve yöneticileri hakkında isnat edilen suçun maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarının hiçbirinin oluşmadığı, soruşturma dosyasında suç işlendiğine dair olgusal ve hukuki bir veri bulunmadığı, bu nedenle haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi gerektiği talep edilmektedir.”
Peki, bilirkişi ne diyor?
Evet, çadır satışı yapılmış.
Evet, yıllara yayılan satışlar listelenmiş.
Bilirkişi şirket faaliyetlerini, satışların uygun yapılıp yapılmadığını incelemiş ve raporun sonuç bölümünde şu ifadeler yer alıyor:
“Ahbap Derneği’ne çadır satışı işlemi, Kızılay Çadır ve Tekstil AŞ tarafından gerçekleştirilmiştir. Anonim şirketin dernekten ayrı bir tüzel kişiliği vardır. Bu nedenle dernek yöneticileri açısından hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.”
Devamında, çadırların bağış malı ya da emaneten teslim edilmiş mal olduğuna dair açık ve doğrudan bir tespit bulunmadığı belirtiliyor.
“İhmal suretiyle ölüme sebebiyet verme” yönünden ise, mevcut verilerle illiyet bağının kesin olarak kurulamayacağı ifade ediliyor.
Yani bilirkişi diyor ki: Bu mesele hukuki olarak savcılığın takdirindedir.
Yahu mevzu usulen yapılan satışın hukuka uygun olup olmadığı mevzusu mu? Minareyi çalan zaten kılıfını hazırlamış.
Çünkü mesele sadece hukuk değildir.
Bu, aynı zamanda bir vicdan meselesidir.
Türkiye Kızılay Derneği Tüzüğü incelendiğinde; derneğin kuruluş amacının, insani yardım faaliyetlerinin yürütülmesi ve afet ile olağandışı durumlarda toplumun barınma, beslenme ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik faaliyetlerin yerine getirilmesi olduğu, bu yönüyle derneğin kendisine yüklenen görevleri insani yardım amaçları doğrultusunda yerine getirmek üzere yapılandırıldığı görülüyor.
Ne yazıyor BARINMA!
Depremin üçüncü gününde, insanlar soğukta, yağmurda, sokakta çadır beklerken yardım kurumu ticaret yapıyorsa, çadır satıyorsa...
Buna hangi rapor “normal” diyebilir?
Bilirkişi hukuka bakmış olabilir. Ama bu toplumun hafızası ve vicdanı başka bir şey söylüyor. Çünkü Kızılay, bu ülke için sadece bir kurum değildir.
Bir umut simgesidir. Yardım bekleyen insanların ilk bakacağı, kafasını ilk çevireceği yerdir.
Ve o umut, o saygınlık enkaz altında kaldı. Biz o enkazı halen kaldıramadık.
