2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte Ortadoğu'da taşlar yerinden oynadı. Bu işgal, yalnızca bir ülkenin rejim değişikliği bahanesiyle yerle bir edilmesi değildi; aynı zamanda bölgesel dengelerin ve halkların geleceğini doğrudan etkileyen büyük bir satranç hamlesiydi. Bugün yaşadığımız birçok sorunun temelinde, o dönemde yapılan stratejik hatalar ve göz yumulan müdahaleler yatıyor.
ABD’nin işgal gerekçesi, kamuoyuna “Saddam Hüseyin’in kimyasal silah ürettiği” propagandasıyla sunuldu. Ancak zamanla bu iddiaların mesnetsiz olduğu ortaya çıktı. Yine de propaganda başarılı olmuş, işbirlikçi unsurlar aracılığıyla dünya genelinde bu yalan yayılmış ve işgal için zemin hazırlanmıştı. Hava, kara ve denizden yapılan saldırılarla Irak yerle bir edilirken, asıl hedefin sadece Saddam rejimi değil, bölgenin çok uluslu yapısı ve tarihsel hafızası olduğu zamanla anlaşıldı.
İşgalin ardından uygulamaya konan planın detayları ise çok daha derin ve düşündürücüydü. Türkmenler yerlerinden edilerek iç bölgelere sürüldü. Kuzeyde Barzani ve Talabani’ye yakın gruplar desteklenerek güçlü bir yapı oluşturulmaya çalışıldı. Bu esnada, Türkmenlerin mülkiyet ve vatandaşlık haklarını ispatlayabilecekleri tüm belgelerin yer aldığı Tapu ve Nüfus Daireleri ateşe verildi. Gazetecilerin, dönemin dışişleri bakanı ve başbakanına bu konuyla ilgili yönelttiği sorulara ise, “Hepsinin mikrofilmleri mevcut” şeklinde geçiştirici cevaplar verildi. Ancak bugüne kadar o mikrofilmlerden bir iz bile görülmedi.
ABD planlarını büyük bir titizlikle uyguladı. Irak parçalandı, ardından Suriye’ye müdahaleler başladı. Aynı şablon bu kez farklı bir ülke için devreye sokuldu. Bu süreçte İsrail’in ve bazı bölgesel müttefiklerin aktif rol aldığını görmek de şaşırtıcı olmadı. Şimdi ise hedefin İran olduğu herkesin malumu. Ancak “yarına Mevla kerimdir” diyerek teselli aramak, olan biteni değiştirmeye yetmiyor.
Dikkat çekici olan bir diğer husus ise tüm bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye’de “barış görüşmeleri” adı altında yapılan oyalayıcı süreçlerdi. Türkiye kendi içinde barış umuduyla bir çözüm yolu ararken, sınırlarımızın hemen ötesinde yüz binlerce insan yerinden ediliyor, tarihi ve kültürel dokular yok ediliyor, Türkmenler başta olmak üzere bölgede tarih boyunca varlık göstermiş topluluklar sessizce siliniyordu.
Şunu açıkça söylemek gerekiyor: Eğer Irak’ın işgaline o günlerde ciddi bir itiraz ve duruş sergilenseydi, bugün yaşadığımız sorunların çoğu belki de hiç yaşanmayacaktı. O dönem ne yazık ki hem bölgesel güçler hem de Türkiye, bu saldırıya yeterince ses çıkarmadı. ABD ve İsrail akılcı ve uzun vadeli planlar yaparken, biz kafamızı kuma gömmeyi tercih ettik. Bu gerçeği kabul etmeden geleceğe dair sağlıklı bir yol haritası çizmemiz mümkün değil.
Bugün geldiğimiz noktada hâlâ geç değil. Ancak gerçeklerle yüzleşmek ve geçmişten ders çıkarmak şart. Aksi halde aynı oyunlar, farklı sahnelerde, farklı figüranlarla sahnelenmeye devam edecek. Ve biz sadece izleyen, yorum yapan, ama hiçbir zaman müdahil olamayan bir toplum olarak kalacağız.