Seyahat özgürlüğü, bireyin sadece ekonomik değil, aynı zamanda demokratik haklarının da bir göstergesidir. Bugün Türkiye'de yaşayan milyonlarca insan için bu özgürlük artık hayalden öteye gidemiyor. Ekonomik koşulların her geçen gün daha da ağırlaşması, vatandaşlarımızın bırakın yurt dışına çıkmayı, mahallelerindeki semt pazarına dahi rahatça gidememelerine yol açıyor. Pazar filesini doldurmak lüks sayılır hale gelirken, uçak bileti almak, vize başvurusu yapmak artık neredeyse imkânsızlaştı.
Bir zamanlar, asgari birikimi olan vatandaşlar tatil dönemlerinde Avrupa’ya turistik seyahatler planlayabilirken, bugün aynı insanlar vize engeline takılıyor. Üstelik bu durum sadece ekonomik olarak daha az imkâna sahip olanlar için geçerli değil. Uzun yıllardır Avrupa’da çalışan, orada düzenli hayat kurmuş işçi ailelerinin çocukları bile artık vize almakta büyük zorluklar yaşıyor. Önceden sadece belgeleri tam olan başvuru sahipleri için bir formalite olan vize süreci, şimdi birer red mektubu olarak geri dönüyor.
Bu noktada şu soruyu sormadan edemiyoruz: Güney Koreli ya da Japon bir vatandaş neredeyse dünyanın her yerine vizesiz seyahat edebilirken, Türk vatandaşlarına neden bu kadar zorluk çıkarılıyor? Elbette bu sorunun tek bir yanıtı yok. Ama gerçek şu ki, bu yalnızca karşı tarafın sorunu değil. Türk yetkililer de bu tablo karşısında artık derin derin düşünmek, iç politikadaki söylemlerle değil, dış politikada güven veren adımlarla çözüm üretmek zorundadır.
Avrupa ülkeleri arasında Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerin vatandaşları dünyanın neredeyse her ülkesine vizesiz ya da kolay vizeyle seyahat edebiliyor. Bu ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin diplomatik pasaport sahipleri dışında kalan vatandaşları için büyük bir eşitsizlik ve ayrımcılık olduğu açık. 20–25 yıl öncesine kadar Türk vatandaşlarının vize alma süreci görece kolayken, bugün gelinen noktada, bırakın gençleri, yıllarca Avrupa’da çalışmış emeklilere bile ret cevabı geliyor. Bu kabul edilemez bir durumdur.
Eğer gerçekten insani değerlerden, eşitlikten ve özgürlüklerden söz ediyorsak, en azından uzun yıllardır Avrupa’da çalışan işçi ailelerine yönelik bir kolaylık sağlanmalıdır. Bu insanlar Avrupa ekonomisine yıllarca katkıda bulunmuş, vergisini ödemiş, çocuklarını oralarda büyütmüş insanlar. Onlara bir turist gibi değil, Avrupa’nın bir parçası gibi yaklaşmak hem insani hem de tarihsel bir borçtur.
Seyahat özgürlüğü, sadece pasaport taşımakla sağlanmaz. O pasaportun dünya nezdinde saygın bir belge olmasını sağlamak, içeride ne söylendiğinden çok dışarıda nasıl davranıldığıyla ilgilidir. İçeride atıp tutmakla, meydanlarda bağırmakla, başka ülkeleri suçlamakla bu işler yürümüyor. Etkili dış politika, tutarlı diplomasi ve halkına değer veren bir anlayış gereklidir.
Kısacası, Türkiye’nin itibarı sadece liderlerinin söylemleriyle değil, vatandaşının pasaportuyla da ölçülüyor. O pasaportun saygınlığını geri kazanmak için, içeride ekonomik koşulları iyileştirip, dışarıda ise güvenilir bir ortak olmak zorundayız. Yoksa daha uzun yıllar vatandaşlarımız sadece bir vize randevusunun peşinde koşar, ama hiçbir yere varamaz.