Osman DOST

Tarih: 17.07.2025 18:04

ABD Neden Bu Kadar İlgili?

Facebook Twitter Linked-in

 

Türkiye'nin jeopolitik konumu, tarih boyunca büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişim noktasında yer alan bu topraklar, yalnızca coğrafi olarak değil, kültürel ve stratejik olarak da eşsiz bir öneme sahiptir. Bu nedenle, özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi küresel güçlerin Türkiye’ye olan ilgisi hiçbir zaman azalmamıştır. Ancak bu ilgi, çoğu zaman müttefiklikten ziyade müdahaleci ve yönlendirici bir tavırla kendini göstermiştir.

 

NATO müttefiki olmamıza rağmen, son 70 yılda ABD ile birçok uluslararası meselede karşı karşıya geldiğimiz bir gerçektir. Soğuk Savaş’tan bu yana değişen başkanlar, farklı parti politikaları ve küresel önceliklere rağmen, Türkiye'ye bakışları büyük ölçüde benzer kalmıştır. Bu durumun nedenlerinden biri, Türkiye'nin kontrol edilmesi zor ama kontrol edildiğinde çok etkili bir bölgesel güç olmasıdır.

 

Eski ABD Başkanlarından Richard Nixon’ın “Müslüman ülkelerde demokrasi ve laikliğe izin veremeyiz. Eğitim sistemi ve ülke idaresi din temelli olmalı. Başlarındaki çobanı ele geçirince ülkeyi yönetmek kolaylaşır” sözleri, ABD'nin İslam coğrafyasına bakışını açıkça gözler önüne sermektedir. Bu sözler aynı zamanda, Türkiye gibi laiklik temelinde yükselmiş ülkelerin neden sürekli baskı altında tutulduğunu da açıklamaktadır.

 

Bu noktada CIA eski yöneticilerinden Paul Bernard Henze’nin 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporu da oldukça dikkat çekicidir. Rapor, Türkiye'nin mevcut haliyle Amerikan çıkarları doğrultusunda hareket edeceğine dair kesin bir kanaat taşımamaktadır. Henze, Türkiye’de karar mekanizmalarının çok katmanlı olduğunu ve bu yapının ABD politikaları için ciddi bir engel oluşturduğunu belirtir. Raporun en çarpıcı önerilerinden biri ise şudur: “Eğer ABD’nin çıkarları, Türkiye’de federal bir sistem kurulmasını gerektiriyorsa, o zaman öncelikle tüm karar mekanizmalarının (yargı, ordu, meclis ve hükümet) tek elde toplanacağı bir başkanlık sistemine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, kurumları ikna etmekten çok daha kolaydır.”

 

Yine ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış CIA yetkilisi Graham Fuller, “Türkler, Kemalizmi terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizmi silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek engel, Türk ordusu ve ulusalcı aydınlardır” diyerek, Türkiye’deki laik yapıya karşı açık bir duruş sergilemiştir. Fuller’in bu sözleri, ılımlı İslam adı altında aslında toplumsal yapının temelden değiştirilmek istendiğini ortaya koymaktadır.

 

Tüm bu ifadeler, birbirinden farklı dönemlerde dile getirilmiş olsa da aynı doğrultuda ilerleyen bir stratejinin parçalarıdır. Bu da gösteriyor ki Türkiye üzerindeki planlar kısa vadeli değil, uzun solukludur. Dış güçlerin Türkiye'yi dönüştürme çabası; eğitim sisteminden devlet yönetimine, hukuk sisteminden toplumsal yapıya kadar her alanda hissedilmektedir.

 

Peki ne yapmalı? Öncelikle farkındalığımızı artırmalı, tarihten gelen bu stratejilere karşı gözümüzü açık tutmalıyız. Devletin tüm kurumları arasındaki denge ve denetim mekanizmaları; sadece iç siyaset açısından değil, dış müdahalelere karşı da bir güvenlik duvarı işlevi görmektedir. Bu dengeyi zayıflatmak isteyen girişimlere karşı toplumsal ve kurumsal refleksler canlı tutulmalıdır.

 

Kısacası, mesele sadece ABD’nin ilgisi değildir. Mesele, bu ilginin niteliğidir. Mesele, kendi geleceğimizi kendi ellerimizle mi şekillendireceğimiz, yoksa başkalarının planlarına mı teslim edeceğimizdir. Artık herkesin aklını başına alması ve safları sıklaştırması gereken bir dönemden geçiyoruz. Tarih, bu gibi anlarda alınan kararlarla yazılır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —